28 Nisan 2018 Cumartesi

Gerçeküstücülük - Sürrealizm

Dilara Kahyaoğlu
2012

Sürrealizm Manifestosu, 1924 baskısı
İki dünya savaşı arasında ortaya çıkmış, sanat ve edebiyat alanında uygulanmış bir akımdır. Aslında 1910’larda ortaya çıkan akılcılığı (usçuluğu) yadsıyan Dadacılar bu akımın öncüleridir. Dadacılar, Birinci Dünya Savaşı’nın; usçuluğun siyaseti etkilemesi sonucu çıktığına inanıyorlardı. Bu nedenle insanlığın uğradığı felaketten umutsuzluğa düşmüşlerdi. Hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmıyor, gerçeği onlara da göstermek istercesine; kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında devrin estetik anlayışına karşı çıkıyor, burjuva değerlerinin ikiyüzlülüğünü vurguluyorlardı. Kendisi de bir Dadacı olan ama oradan ayrılan yazar Andre Breton, Gerçeküstücülüğün manifestosunu (bildiri ) 1924 yılında yazarak yeni bir akımın doğduğunu ilan etti.

Gerçeküstücüler, Freud’dan esinleniyordu. Onlara göre gerçeküstücülük; bilinç ile bilinçdışını birleştirmenin bir yolu idi. Bilinç ve bilinçdışının bütünleşmesi ile düşsel ve gerçek yaşam iç içe geçebiliyordu.

Dışavurumculuk - Ekspresyonizm veya İfadecilik


Dilara Kahyaoğlu
2012

1900- 1935 arasında başta Almanya olmak üzere Orta Avrupa’da ortaya çıkan bir akımdır. Özellikle Almanya’da sanat dallarının hemen hemen hepsinde etkili olmuştur.

Doğayı, toplumu, insanı veya herhangi bir durumu; nesnel bakış açısı ile yansıtmak yerine, öznel olanı, içsel gerçeği yansıtmayı seçtiler. Bu akım aşırı öznelci (sübjektif) bir akımdır. Dışa vuran şiddetli duyguları yansıtmaya çalışmışlardır. Ordu, ataerkil aile, okul ve imparatorluk kurumlarının yerleşik otoritesine karşı çıktılar. Toplumdışıların, yoksulların, akıl hastalarının, sokak kadınlarının, eziyet gören gençlerin yanında yer aldılar. Özellikle resimde nesnel gerçeklik ressamın gözünden çarpıtılmış bir şekilde sunuldu. Çizgi ve renkleri, tıpkı “ilkel” resimlerde veya çocuk resimlerinde olduğu gibi kullanıp, duygusal tepkilerini yansıttılar.
Edvard Munch. Çığlık. 1895. Oslo, Ulusal Galeri
"Munch bu eserinde, apansız bir heyecanın, tüm duygusal izlenimlerimizi nasıl değiştirebileceğini anlatmaya çalışmış. Bütün çizgiler baskının tek merkezi çığlık atan başa doğru akışıyor gibi. Sanki tüm sahne, o çığlığın iç bunaltısına ve heyecanına  katılıyor. Çığlık atan kimsenin yüzü gerçekten karikatür gibi bozulmuş. Dimdik gözler ve oyulmuş yanaklar  kafatasını anımsatıyor. Korkunç bir şeyler olmuş mutlaka ve baskı o kadar baş döndürücü ki, o çığlığın nedenini hiç bir zaman bilemeyeceğiz." (Gombrich) ayrıca bkz. *

İzlenimcilik - Empresyonizm

Dilara Kahyaoğlu
2012

Monet'nin akıma ismini veren tablosu. "İzlenim: Gün Doğumu" 1872
19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında etkili olmuş bir sanat akımıdır. Önce Fransa’da ortaya çıkmış;  resim, daha sonrada müzik alanında kendini göstermiştir.

İzlenimciler, kendilerinden önceki akımların konularından ve anlatım biçimlerinden farklılıklarıyla dikkati çeker. Sanat tarihçileri tarafından devrim nitelinde bir gelişme olarak kabul edilmiştir. Önceki sanat akımları yaklaşık iki yüzyıl boyunca belli kuralların etkisi altında ilerlemiş, ortaya konulan ilkeler, akademik çevrelerce de uyulması gereken kurallar haline getirilmiş ve sanat eğitimi bu çerçevede yapılmış olduğu için; izlenimciler, başlangıçta tepkiyle karşılaştılar ama onların da istediği bu 200 yıllık geleneğe karşı çıkmaktı, mücadeleye hazırdılar.

Türkiye'nin Sinema Tarihi



Beyoğlu'nun ilk sineması. Burçak Evren'in aydınlatıcı yazısı için şu linke bakınız. Görsel de bu adresten.
http://www.tsa.org.tr/yazi/yazidetay/15/beyoglu%E2%80%99nun-ilk-sinemasi--path%EF%BF%BD%EF%BF%BD
Sinema Türkiye'ye icat edilişinin hemen ardından girdi. 1896-97'de Lumiere kardeşlerin aktüalite filmleri önce saray halkına, sonra da Beyoğlu'ndaki Sponeck Birahanesi'nde halka gösterildi. 1908'de ise Sigmund Weinberg (*) adlı Romanyalı bir Yahudi, Pathe Freres şirketinin temsilciliğini alarak İstanbul’da Cinema Pathe adındaki ilk sürekli sinema salonunu işletmeye başladı. Bu arada Lumiere'lerin kameramanları Türkiye'ye gelerek İstanbul’da ve ülkenin başka yörelerinde aktüalite filmleri çektiler.

Sinema Tarihi


Sinema, film üstüne saptanmış görüntülerin ya da çizilmiş desenlerin ışıklı bir perdeye art arda düşürülerek hareketli görüntüler elde edilmesi temeline dayanan sanat dalı.

TARİH: İlk yıllar (1830-1910).

Sinemanın temelinde yatan yanılsama, beynin gözün ağ tabakası üzerine düşen görüntüyü kaybolmasından sonra da kısa bir süre algılamayı sürdürmesi ve ardışık ağtabaka görüntülerini, hareket eder biçimde algılaması olgularına dayanır. Bu yüzden insan gözü, bir perde üzerinde belirli bir hızla (genellikle sessiz sinemada saniyede 16, sesli sinemada saniyede 24 kare) art arda yansıtılan film karelerindeki görüntüleri kesintisiz bir hareket içinde görür.

Gözün sinemaya temel oluşturan bu özelliği fotoğrafın bulunmasından çok önce biliniyordu. Örneğin her sayfasına bir resim çizilmiş kitapların hızla çevrilmesiyle hareket izlenimi yaratılabiliyordu. 1832'de yapılan phenakistoscope ve 1834'te gerçekleştirilen zoetrope gibi optik aletlerle aynı temele dayanarak hareketli görüntüler oluşturulmuştu. 
Aşağı soldaki diskin hareketlendirilmesi ile oluşan görünümhttps://en.wikipedia.org/wiki/Phenakistoscope

Sinema Sanatı

Sinemanın Temel Özellikleri


Ülkeden ülkeye, yönetmenden yönetmene büyük üslup değişiklikleri göstermesine ve el kamerasıyla çekilen küçük bir belgeselle milyonlarca dolarlık dev bir üstün yapım arasında büyük farklar olmasına karşın, sinemanın bazı temel özelliklerinden söz edilebilir. Bir kez sinemadaki her şey şimdiki zamanda, filmin izlendiği sırada olur ve nesnelerle insanlar somut görünümleriyle perdede belirir. Bu nitelikleriyle sinema, karanlık salonda tüm dikkatini perde üzerinde yoğunlaştırmış olan izleyiciyi kendi içine alan bir gerçekliğe sahiptir. Ama sinema, gerçeklik duygusu yaratmak için aktüel gerçeği değiştirir. Film izleme deneyimleri sonucu izleyicide oluşmuş kod, kural ve alışkanlıklar kullanılarak mekanlara değişik anlamlar yüklenebilir.